12.10.10

Ankara'da güzel bir gün?..

Ankara'da soğuk da olsa, bir sonbahar günü, güneşin insan bedenini yakaladığı bir yerden ısıtması bir günün güzel olması için yeterlidir. Ankara'da bir sonbahar günü, eski bir dostla içilen bir çay, karşılıklı tüttürülen bir sabah sigarası ve ağzından buharlar çıka çıka konuşmak, o günün güzel olabilmesi, en azından başlaması için kafidir... Ankara'da bir sonbahar akşamüstünde, dökülen yapraklara basa basa Kızılay'a yürüyüp, Konur'da bir çay içmek belki en alışılmışı; ama ne bileyim keyifli ve eve fena da göndermez insanı. Eski bir dostla bir cumartesi öğleden sonrasında bir kitapçının önünde buluşup sokakları ve sahafları gezip, sonra oturup içmenin zevki bir başkadır...

28.9.10

Ankara: Eski Sevgili

Bu kadar çok “eski sevgilisi” olan bir şehir var mıdır? Bu kadar çok terk edeni olan…

Eski sevgililerinin haline bu kadar üzüldüğü bir şehir var mıdır?

1960’larda, ‘70’lerde, ‘80’lerde, ‘90’larda Ankara’da çocukluğunu, gençliğini, öğrenciliğini geçirip, sonra ‘gidenler’: mecburiyetten, tayinden veya eş durumundan veya maişet motorunu döndürebilmek için, yahut Ankara artık onları ‘tutamadığı’ için, Ankara bıktırdığı, yıldırdığı, bunalttığı, küstürdüğü için gitmiş olanlar… yolları yine Ankara’ya düştüğünde, eski sevgiliyi görme hevesi duyarlardı - yakın zamana kadar. Ankara havası solumak, hatıralarının mekânlarına değmek, hoşlarına giderdi.

Neydi ki Ankara’yı “güzel” yapan? Kendine özenmesiydi; Ankara’da yaşayanların birbirlerine, ilişkilerine özenmesi ve şehri ‘kendilerine benzetmeleri’ idi. Başta İstanbullular, başkalarının zalim bir alayla söylediği gibi, denizi olmayan bu gri şehri güzel yapabilmek için hususi emek isterdi ve Ankaralılar bu emeği sarf ettiği için Ankara güzeldi. Apartmanlar arasındaki beş metrekare aralıkta üç saksı çiçekle bir nefeslik bahçe yaratmak gibi, zevkli bir masa örtüsü, duvarda bir resimcikle ve tabii ferah dost sohbetiyle dört duvar arasını şenlendirmek gibi… Bir yaya şehri olması mesela Ankara’nın, tam böyle bir güzellikti. Uzun yürüyüşlerin şehriydi burası, lâflaya lâflaya yürümenin, konuşup görüşmenin, toplanmaların, buluşmaların şehri. Buluşmaları, toplanmaları, sohbet yürüyüşlerini kolaylaştıran, neşesini bunla bulup yanakları al al olan bir şehir. Hem çelebi bir taşralılığı taşıyan hem asgarî dünya şehri konforlarını sunan bir küçük büyükşehir…

Eski sevgilileri, yolları Ankara’ya düştüğünde, uzaklaşan gençliklerinin saf coşkusunu bulurlardı hâlâ bir parça.

Epeydir, öyle değil. “Kötü yaşlanmış”, kendini koyvermiş, inceliklerini kaybetmiş bir eski sevgili görüyorlar karşılarında. Otopark sorunu var diye Kızılay’a, kitapçılara, eşe dosta uğramaz olmuş, alt-üst geçitlere bata çıka alışveriş merkezlerine seğirten, asabi, hoyrat adamlar-kadınlar suretinde bir ‘yer’… Şehri yönetenlerin en büyük ülküsü transit geçişleri hızlandırmak oldukça, giderek, insanın tümüyle transit geçmek isteyeceği bir yere dönüşüyor…

Böyle böyle, en yakınındakilerin, hatta hayat arkadaşının, ancak ‘katlandığı’ bir şehir oluyor Ankara. Terk etmeyenlerin de eski sevgilisi…

Tanıl Bora

2.7.10

Büyük öğrenci evinden Gökçekkent’e...

İstanbul kökenli bir Ankaralı olarak, acıyan bakışlarla karşılaşmaya alışığım. Her köşesinde devletin hazır ve nazır olduğu, bürokrat, siyaset çamuruna bulanmış, renksiz, denizsiz Ankara’ya nasıl tahammül edilebildiğine sadece İstanbulluların değil birçoklarının aklı ermez. Oysa hiç tahammül falan demeyelim, Ankara’nın insanlarını buraya can-ı gönülden rapteden bir cazibesi vardı pekâlâ. İlk söyleyeceğim: Bir küçük-büyükşehir cazibesi. Büyükşehir konforlarını küçük ölçekte sunan bir şehir. Her yerden her yere çok vakit kaybetmeden gidilebilen, derli toplu... Kızılay’da ‘herkese’ rastlayabileceğiniz kadar küçük ve samimi, mahremiyete izin verecek kadar büyük ve anonim. Dozu ayarlanmış metropol telaşı; hafakan bastırmayan taşra sıcaklığı.

Memur ve öğrenci şehri denir ya buraya... Bürokratın soğukluğunun ve dar kafalılığının mekândaki izdüşümü gibi görülür ya... Banaysa Ankara’nın öğrenci kimliği daha baskın görünür. Ankara’da hayatın enerji kaynağının, üniversite öğrencilerinin hayat tarzı olduğunu, dahası bu hayatın dokusunu onların oluşturduğunu düşünürüm. Uzun ev sohbetleri, hararetli tartışmalar, birbirine zaman ayırmak... Derin dostluklar, sadakat duygusu... Ankaralı, aşkını en çok birbirinden çıkarır. Çünkü insanlar birbirlerine çok düşerler. Belki, Ankara’yı karalarken hep söylendiği gibi, yapacak başka şey olmadığındandır. Varsın öyle olsun. Kısacası, talebe romantizmi Ankara’da daha uzun sürer.


Ankara’ya atfedilen ‘aşırı’ siyasilikte de, sadece devletlû siyaset esnafının dünyasını görmemek lâzım. Öğrenci milletinin siyasi heyecanının verdiği rengi unutmamalı. Ankara’yı pejmürdeliği, sadeliği ve ‘dostluğuyla’ (Ankaralı has yazarın, Barış Bıçakçı’nın ‘Herkes Herkesle Dostmuş Gibi’sini anıyorum) kocaman bir öğrenci evi gibi tahayyül etmek, biliyorum, tabii ki Ankara’nın sadece bir yüzünü anlatıyor. Ama muhtelif çehreleri arasında böyle bir çehresi de var pekâlâ. Üstelik, bu çehrenin, 1960’lar ve 70’lerden, 80’lere dek şehre damgasını vuran bir hegemonyası olduğunu düşünüyorum. Söyleyeceklerime geçmiş zaman kipinde başlamıştım; şu üç buçuk paragrafa sığdırdığım Ankara şehrengizi, o vakitlere aittir.

Zamanımızın Ankara’sında da bu şehrengizin hayaletine rastlayabilirsiniz ama şehre damgasını vuran, artık başka bir ruhtur. Ankara’yı taşralaştıran, pahalılaştıran, görgüsüzleştiren, agresifleştiren, ciddi bir beyin göçünü tetikleyen bir ruh. Ankara, köprülü kavşaklar ve alt-üst geçitlerle yayalara karşı bir iç savaş yürüten ve kamusal olmaktan gitgide uzaklaşan kamusal alanlarıyla, ‘bin kişiye düşen metrekare’ hesabıyla Avrupa’da ‘şampiyon’ olan alışveriş merkezleri ve bunları birbirine bağlayan şehir içi otoyolların hükmü altında, lime lime edilmiş bir uydu-kentler federasyonu veya bizzat devasa bir uydu-kenttir. ‘Gökçekkent’ diyelim biz ona. Allah muhafaza, sakın ‘Gökçekkent-1’ olmasın?

Tanıl Bora

17.3.10

GENÇLİK PARKI


Bütün sokakları bu kentin Gençlik Parkı'na açılır
Bir sevgi ilkyaz sıcaklığında
Bir türkü yükselir uygarlıktan yana
Halktan yana emekten yana bilimden yana
Alır karamsarlığımızı götürür
Mavilikte açılır tomurcuk
Bir halı dokunur yurt güzelliğinde
Geleceğin yollarına serilir
Genç dediğin boy atmalı özgürlüğe doğru
Büyümeli yılların kısırlığında böyle dik
Gün ışırken yerini almalı en önde
Gençlik Parkı'nda coşkudan bayrak çekilmeli

Nerdensiniz yitik umutlarım hangi çıkmazda
Katılın bu aydınca şenliğe korkusuz
Tükenmiş yalanı tutsak bilimin
Susmuş ayakların sünepe ezgileri
Bütün atılımlar gerçekten yana uyumlu
Gökyüzü kızarmış gençlik ateşinden
Evrene kardeşlik getirmeli bilim dediğin
Yücelik getirmeli halkımıza mutluluk getirmeli
Çözmeli kişiyi paslı zincirinden

İşte beklediğin düş gözlerinin önünde
Uysun adımların çağının gidişine
Uysun adımların çağrısına gerçeklerin
Başının içinde ilkyaz bulutu
Altın toprak üstün yaprak
Gençlik Parkı'ndasın


(1968)
Karakılçık adlı şiir kitabından 1969
Bütün Şiirleri 1927-1991(Çınar Yayınları)

Rıfat ILGAZ